Sayfalar

27 Aralık 2010 Pazartesi

Kim demiş Rodin Takı Yapmaz diye!

Picasso, Dali, Klee... Bu insanların ortak noktası ne desem, önemli ressamlardır diye yanıtlarsınız sanırım. Bir diğer ortak noktaları da hepsinin takı yapmış olmaları desem... Mücevher bile değil, takı:) Şimdi şöyle birşey hayal edin lütfen. Yüksel Arslan, Mehmet Aksoy, Bedri Baykam ve mesela Komet takı yapsalar ve sergileseler güncel sanat eleştirmenleri ne derdi bu işe... Hayal etmekten kendimi alamıyorum. Kapalıçarşı ahalisinin yorumları alınıp zincir altın firmalarının kalantor sahipleriyle konu müşahade edilir miydi:) Ve hatta Çallı, Osman Hamdi...

Evrensel anlamıyla sanatçı kullandığı malzemenin fırça , boya, mermer, keski olmasıyla değil yarattıklarının yeniliği ve o yenilikte bir değer bulunmasıyla ölçülüyorsa, Rodin'in kolye yapmış olmasına da şaşırmamak gerek...

Masriera ve "Donna Insecte"

Onu bir sergide tanıdım. Yani Masriera'yı. Katalan Ulusal Müzesi'nin "Modernizm'den Avangarda Mücevher" sergisinde... Eserleri Lalique'in hemen yanında sergileniyordu. Art Nouveau'nun izlerini taşıyordu. Doğanın renklerini taşıyan mineler, kadın figürleri ve yaşayan her türlü form... Ama Lalique'den ayrılabiliyordu yine de. Bakınız Donna Insecte yani Böcek kadın:) Tema aynı, biçim nerdeyse aynı, opaller aynı ama sonuç farklı... Picasso, Cezanne, Braque arasında ne kadar fark ve ne kadar benzerlik varsa o kadar benzerler. Yani aslında bambaşkalar. Başka bir bakış ve mücevherin o mikro dünyasında yaratılan binlerce yenilik. Masriera sanki fırçayı eline alıp resim yapar gibi mücevher yapmış. Eserlerinin resim gibi olduğunu söylemeye çalışmıyorum. Hem yola çıkarken hem sonuçta yaptığının sanata yenilik getiren büyük ressam ve heykeltraşlardan farklı olmadığını söylemeye çalışıyorum. Yani, yeni bir bakış olduğunu...

29 Ağustos 2010 Pazar

Süsleme Suç(mu)dur?

Takı ile ilgilenen herkesin süslemenin suç olduğu fikrini,en azından takıyla tanışıklığın başlangıcında (sonradan yıkılacak) bir ilke olarak benimsemesi bir öğrenme yaklaşımı olarak doğru olur sanırım. Zira biçim arayışı adına öğretilen yegane yaklaşımın "S" ler "yapmak" olarak özetlenebileceği eğitim yaklaşımlarına tanık oldum. Bu yaklaşımın daha en baştan kişiyi süslemeye götürmesi kaçınılmaz...(Bakınız; gereksiz tarama:) Süsleme nedir, peki? Takı = süs olarak algılanacaksa takı tasarımı = süsleme algısı da bir o kadar kaçınılmaz olur. Metal filizlerini bile bitkisel, kıvrımlı hale getirmiş olan Art Nouveau'nun süslemecilikten ibaret olduğu söylenebilir mi?

Lalique'in kuşları, bitkileri son derece gerçekçi bir şekilde ve değerli taşlar kullanarak yansıttığı takılarına baktığımızda Doğa'ya öykünme değil, doğanın bir sanatçı tarafından nasıl algılandığını görürüz. Tıpkı bir ressamın resmini yaparken geçtiği süreç gibi. "Özgün" dediğimiz eserler de bunlar değil mi zaten. Doğaya ya da birşeylere benzetme çabası, birisi, birşey gibi olma, yapma çabası ise ancak süslemeciliğe varabiliyor. En fazla bize "özgü" bir süslemeciliğe...Süsleme; biçime yönelik bir işlem değil, benze(t)me çabasına varan bir zihinsel durum sanki...Farklı takı tasarımcılarının elinden çıkan İstanbul koleksiyonlarına illaki dahil edilen Galata Kulesi yüzüğünün, minyatür bir Galata Kulesinin tıpkısına götürecek bir benzetme çabası...

10 Haziran 2010 Perşembe

John Berger Uzaylı mı?

Kim bu adam? Nasıl büyümüş? Annesi babası kimdir? Hayatında ne yaşamış ki John Berger olabilmiş? Bir insan nasıl onun sahip olduğu "bakış"a ve "görme"ye ulaşır? Doğuştan mıdır John Berger'lik? Sonradan edinilir mi?

Herhalde herkes hayran olduğu biri için benzer şeyleri merak edebilir. Ama Berger'in büyüsü aslında bu adamın yazılarını çok iyi anlayıp da onları nasıl böyle anlattığını anlayamamaktan gelir bana göre... Kör bir hintli kızın, onun çıkardığı seslere gülerken fotoğraflarını çekip altına "o bu fotoğrafları hiç göremeyecek. Ben onun nezdinde hep hayvan taklidi yapan görünmez bir yabancı olacağım" yazısını düşmesi... Duygudan arınmış gibi duran düşünceleriyle insanı kendine ve tam da kalbindeki duygulara yöneltmesi... Sanki kalbiyle konuşuyor ama bize düşündüklerini söyleyebiliyor... Kalp (ya da duygu) bir düşünme biçimi olup çıkıyor. Ve sanırım tam da buna "sezgi" deniyor. Bergson demiş bile...

Biri çıkıp "Jonh Berger Olmak" diye bir film yapmalı, onlarca kitap yazmalı, Berger'i anlatabilmek için yapabildiği herşeyi yapmalı...

Yaratıcılık, artistliği gerektirir mi!?

"Yaratıcılık bir karşılaşma edimi içinde ortaya çıkar ve karşılaşma merkeze konulursa anlaşılabilir..." (Rollo May, Courage to Create)

Yaratıcı olmak için yaratıcılığı ya da yaratıcı insanların nasıl yarattığını anlamak gerektiğini düşünmek sanırım büyük bir hata... Ama ben öyle yapmaktan kendimi alamam! Bir kitap mı okuyacağım? Önce adamın hayatını, kitaplarının eleştirilerini okur, sonra kitabına başlayabilirim. İlk cümledeki gibi karşılaşmalarla doludur aklım ve işin yaratma kısmına sıra gelince, karşılaşmanın büyüsünü kaybetmekten korkarım. İnsanlığın eski korkusu bu olsa gerek; Ya hayallerim gerçek olmazsa!?...

Oscar Wilde'mı demişti? insanın hayallerinin gerçekleşmemesinden daha büyük bir trajedi varsa o da hayallerin gerçekleşmesidir... Ama belki de bu sadece nankörlüktür:)
Neyse, iki seçenekte bizi mutlu etmeyecekse bari hayallerimizi gerçekleştirerek mutlu olmayalım:) Aslında ikiden çok seçenek olduğunu düşünürsek bence mutlu da olabiliriz:))

Lalique bir takı tasarımcısı mıydı!!!?

Dogadan aldıgı izlenimler Lalique'i Cezanne kadar etkilemiş olmalı... Lalique, çocukluğunda dağ, çayır gezerek erik ağaçlarını, defne yapraklarını saatlerce seyreder, onların eşsiz uyumu karşısında büyülenir sonra onları küçük kağıtlara çizermiş. Doğadan ilham alan bir sanatçının, taşlar içinde de opali seçmiş olması çok anlamlı değil mi? Opal de doğa gibi, kestirilemez, beklenmedik, ışıklı, esintili canlı bir varlık adeta.

Ve nasıl ki Cezanne'ın bir ağaç tablosunu görüp onun tarafından ele geçirilmeden önce bir ağacı gerçekten görmediğimizi rahatlıkla söyleyebilirsek, Lalique'in "Flüt çalan kadınlar" tasma kolyesini, "Siren" diademini,"Şakıyan kuşlar" broşunu görmeden önce takının gerçek anlamda ne olduğunu ve ne olabilecegini hissedemeyecegimizi düşünürüm...

Sözün özü Lalique, bir takı tasarımcısı değil, bir sanatçıydı. Darısı başımıza...