Sayfalar

9 Ekim 2013 Çarşamba

Bvlgari Sergisi

Eylül ayının sonlarına dogru De Young müzesinde Bulgari sergisi olduğunu duyup hemen yola koyuldum. De Young müzesinin mimarı Herzog olunca içinde neler barındırdığı daha bir heyecanlandırdı beni. Golden Gate Park'ın içinde ve Bilim Müzesinin tam karşısında yeralan müze harika bir park (orman) içinde yer alıyor. 5 numaralı otobüs beni ve 70 üzeri yaş ortalamasını tutturmuş 7-8 kişiyi müzenin tam kapısında indirdi. Ancient American Art sergisiyle beraber Bulgari sergisinin toplam fiyatı 28 usd. Aslında Bulgariyi ve elmas ve değerli taşla yapılmış mücevherlere karşı hiçbir sempati beslemesemde sergiyi gezme zorunluluğu hissediyorum. Görev aşkı diyelim biz buna... Amerika sanatı hakkında pek iyi şeyler duymadığımı itiraf etmeliyim. Utanmasam size müze mi lazım, içini neyle doldurdunuz ki diye soracağım. Girişte büyük bir Diebenkorn sergisi tanıtımı var 1930-1993 yılları arasında yaşamış bu ressamın içerde 5-6 resmi ve yine çağdaş 5-6 ressamın büyük boy litografları var. Müzenin 2 kattan oluşan sergi mekanının geriye kalan kısmını çoğu Eskiçağ Amerika halklarının eserlerlerıyle dolu. Diebenkorn ve diğerlerinin resimlerini görünce bunun nedenini daha iyi anlıyorum! Eskiçağ Amerika halklarının eserlerleri; tapınma, tören, avlanma vb. pek çok yaşamsal ve dini faaliyet için yapılmış günlük kullanım eşyaları ve Muhteşemler.

Koşarak, az önce başlamış ve tatlı bir Amerikalı kadının önderlik ettiği Bulgari sergi turunu yakalıyorum. Fotoğraf çekmek yasak.1930 larda İtalya'da kurulan firma kısa sürede Hollywood aktrislerinin vazgeçilmezi olmuş. Liz Taylor başta olmak üzere; çok karatlı pırlantalar, zümrütler, yakutlar, turkuvaz ve mercanlar ünlü kişilikleri süslemiş. Bulgari, Titreşen Broşlar gibi ışığı  mükemmel yansıtmasıyla meşhur pek çok yenilik barındıran tasarıma imza atmış olsa da ve yapılan işler teknik ustalığı ve keşifleri en üst derecede yansıtsa da sergiden kısa sürede sıkılıp kendimi yeniden Eskiçağ salonuna atmanın hayalini kurmaya başladım.

Bır sonraki adım tabi ki kafamda bu iki bambaşka sanat türünü karşılaştırmaktı. Pırıltılı mücevher dünyasını değil de ilkel (ilksel' deniyor artık= primitive) sanatı kendime 'yakın' hissetmek ne demek oluyordu? Mücevherin altında bir anlam dünyası olmaması mı onu diğerinden ayırıyordu. Sadece 'güzel' olması, 'güzel' olmasına yetiyor muydu. Güzel bir mücevher taşımak sadece güzel diye birisiyle yanyana durmak gibi birşey degil miydi? Bu durum pragmatik olabilir ama 'sanat' pragmatik olamazdı. Ama ilkçağ eserlerinin bir işlevi yerine getiren nesneler olmaları onları daha az sanatsal yapmıyordu. Ya da Lalique'in değerli taşlarla yaptığı mücevherler Picasso resimleri kadar sanatsaldı. Bir gerçeği, taklidini yapmayacak şekilde yeniden üretmek olduğunu düşündüm 'iyi sanatın'. Bir de hissetmenin düşünmekten daha güvenilir olduğunu çünkü insanın düşünmeden (zamansal olarak) önce hissedebilen bir canlı olduğunu...


















Biraz daha dolanıp kendime müze bahçesinde yemek ısmarlamaya karar verdim. Vanilyalı sodada ne buluyorlar merak edip denedim... 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder